*30 Ocak 2024’te henüz Gazze’deki korkunç katliam 3. ayındayken yazılmış bir yazı
Ayşegül Tabak
Geniş avlusunun etrafında dönerek çıkılan ve transparan çatısından içeri dolan ışıkla yıkanan apartman merdivenlerinden tırmanırken kapılara bakıyorum. Her komşumun kendi karakterini yansıtan bir girişi var. Fazla temiz ve düzenli, önünde ayakkabı bırakılmamış, çiçekleri nizami sulananlar; darmadağınık teki uzakta ya da yamuk kalmış ayakkabıların ve çöpün bırakıldığı kapı önleri; önünde içinde insan yaşadığına dair hiç belirti olmayan bomboş kapı önleri ve nihayet bizimki: Kapı üzerine çakılmış demirciler çarşısından alınma bir çan, kapı yanında okumayı henüz sökmüş bir çocuğun el yazısıyla “canavar bilimi” yazılı bir kâğıt şeridi, şeridin altında renkli canavar çizimlerinden bir sergi duvarı; pencere önünde havalanmaya çıkarılmış, fazla bakımlı olmasa da yerini pek sevmiş gür çiçeklerin saksıları; kapıda aceleyle çıkarıldığı belli olan bir çift çocuk ayakkabısı ve az sonra benim çıkaracağım arkası bantlı, krem rengi topuklular…

Komşuluk üzerine epey düşünmeme neden olan bir dönem olmuştu. İşle ilgiliydi bu. 2017 yılındaki İstanbul Binenali’nin konusu “İyi Bir Komşu”ydu ve ben de bienal atölyelerinden birine dahildim, üstüne birkaç yazı ve röportajla bienali takip ediyordum. Atölye sonrası yapılan bir röportajda şunları söylemiştim;
“İstanbul’dan ayrılıp küçük şehre yerleşen ve girift bir komşuluk ağıyla tanışan yalnız bir anne gözüyle baktığımda, ‘iyi bir komşu’ kesinlikle çocuğunuzu emanet edebileceğiniz biridir. Kendi atölye yazımda iyi komşu maskesiyle arka odalarındaki karanlığı gizleyen türde komşulardan bahsetmiştim; dolayısıyla çocuğunuzu emanet edeceğiniz insanları çok iyi tanımak ve gözünüzü açık tutmak gerektiğini akıldan çıkarmadan; en değerli komşuların çocukları koruyup kollayan, ebeveynlerinin müdahale şansı olmadığı anlarda onlara kanat gerebilen insanlar olduklarına inanıyorum. Bu, bazen bahçede düşen oğlunuzun yarasını sarmak; bazen kapıya gelip kurabiye isteyen küçük çocuklar için mutfağa girmek; kimi zaman da acil durumlarda aileleri gelene dek onları eve alıp doyurmak, uyutmak, güvende hissettirmek olabilir.
Ben bir komşu olarak mahallenin çocuklarına kapılarımı hep açık tutuyorum, şanslıyım ki komşularım da benim oğluma aynı özen ve sevgiyle yaklaşıyor. Öte yandan çocuklara sahip çıkan iyi komşuların hayati önemini sanırım en çok İkinci Dünya Savaşı’nda, komşuları tarafından korunmuş Yahudi çocukların hayatta kalma öykülerinden anlamak mümkün olur. Düşünsenize, tüm aileniz vagonlara doldurulup bir belirsizliğe götürülürken aileniz sizi güvendiği tek komşusuna emanet ediyor ve o insanlar ölüm tehlikesine rağmen sizi kendi çocuğu gibi saklıyor, kıtlık içinde hayatta tutuyor. ‘İyi bir komşu’nun bundan daha üstün bir tanımı olabileceğini sanmıyorum.”
Siyasetin ve ülkelerin nabzını çocuklar belirliyor. Politik psikolojide “travmatik” ve “zafer görkemliliği” gibi iki temel ruh haliyle gelişen toplumsal ruh hali o dönemki neslin yaşadıklarına bağlı oluyor. Belli ki yahudi toplumu kendi yaşadığı korkunç soykırımın travmasını İsrail sınırları içerisinde “mazlumun zalime” evrilmesiyle karşılamış. Öyle ki alenen “çocuklara karşı” verdikleri korkunç savaş suçları eşliğinde tarihin duvarına kanlı, derin bir çentik kazıyorlar.
Öte yandan Apartheid karşısında yaşadıklarından Nelson Mandela gibi bir liderle doğrulan Güney Afrika, kendi acısını başka mazlumları korumak üzerine yapılandırabilmiş. Uluslararası Adalet Divanı’nda ortaya koydukları insanlık dersi siyaset tarihine gururla yazılacak. Öte yandan Türkiye’nin, davaya doğrudan müdahil olmasa da Güney Afrika Cumhuriyeti için doneler sağladığını biliyoruz.
Yukarıdaki paragraflarda bahsettiğim “iyi bir komşu” Bienali’nde “İyi Komşuların Karanlık Arka Odaları”ndan bahseden bir yazı yazmıştım. Çünkü incelediğim sergi Texas’ta bir kırsala komşu gelen Doğalgaz / Yağ Şirketi’nin iyi bir komşu gibi davranıp orada yaşayan insanların evlerini kaybetmelerine nasıl neden olduğunu anlatıyor ve dağılan hayatları ürkütücü biçimde aktarıyordu.
Şüphe yok ki İsrail, komşusunun canına, malına, çocuklarına kasteden noktanın çok ilerisine geçti. Birçok dünya ülkesi ise “eşitlik, özgürlük” sloganlarıyla şov yaparken rahatlıkla Gazze’ye sırtlarını döndüler. Yüksek ticari ve teknolojik ilişkiler ve tarihi yakınlıklar devletlerin vicdanlarını kolayca örtmelerine yardımcı oluyor, ama halkları aynı fikirde değil. Bu utanç verici tablodan vicdanını kucaklayarak çıkan en temiz iki ülke Güney Afrika Cumhuriyeti ve İspanya olarak kayda geçecek.
Gazze’nin çocukları ise yaşadıkları ve yapayalnız bırakıldıkları, bir “yardımcı tanık”tan mahrum kaldıkları korkunç savaştan asla silinmeyecek yaralar ve öfkelerle çıkacaklar. Bizlerse bu çocukların 20-50-100 yıl sonra Güney Afrika Cumhuriyeti gibi Apartheid sonrası güçlenen nesillere mi, yoksa saldırganı İsrail gibi mazlumdan zalime mi dönüşecekler, ancak o zaman anlayabileceğiz.
Bir de çocuklarınıza nasıl davranacakları kestirmek için kapı önlerine (sınır boylarına) bir bakmakta belki fayda vardır…


Yorum bırakın